Big Bang'den hemen sonra, dünya oluşum aşamasındayken, sanat sinemasındaki yavaş ve detaylı anlatımlardan sıkıldığım dönemleri hatırlıyorum. O zamanlara şimdi bakıp inanmakta zorlanıyorum. Sanat sinemasının yavaşlığından keyif almaya başlamak zaman alıyor, tıpkı kekremsi bir şarabın veya isli peynirin tadına alışabilmek gibi.
Aslında söz konusu filmlerden keyif almak için farklı bir yol daha varmış; 30 lu yaşları geçmek ve daha yavaş yaşıyor olmak, yavaş yavaş, ağırdan alarak, daha çok düşünerek yaşamak.Filmin anlatımı ve hızı benim hayatımla paralel olması o filmi daha gerçek yapıyor.
Söz konusu filmlerde bir karakter olsam, beni anlatmak için; arkadaşlarımla eğlendiğim, ailemle uzun ve sohbeti bol yemekler yediğim, herhangi bir konserde zıpladığım zamanlar yeterli olmaz. Uzunca sürecek bir sahneyi tasvir ediyorum; gözlerim bilgisayar ekranına kitlenmiş, içeriğinde ne yazdığını bilmediğim (çok da ilgilenmediğim) bir excel tablosu üzerinde sürekli sayfa değiştiriyor, mouse elimde ekranı bir aşağı bir yukarı hareket ettiriyorum. Bir ilginç sahne daha; işe gidip gelirken serviste geçirdiğim upuzun yolculuklar.
İnsanın hayatını yavaşlatan böyle duraklar olunca Toz Ruhundaki Metin'in temizliğe gittiği evdeki avizenin kristallerini uzun uzun silmesi sadece yeni temizlik yapmış olmanın rahatlığını hissettiriyor bana.
Geçen hafta 20. Gezici Film festivalindeki birkaç filme gittim
Menü
15 Aralık 2014 Pazartesi
12 Ekim 2014 Pazar
Çoklu kişilik bozukluklarımdan Goblene geçiş
Büyük demir bir kapıdan girdikten sonra yolun hemen iki tarafında bulunan çiçekli yoldan ilerlerken gözünüzün alabildiğine geniş ve yemyeşil bir bahçenin sonundaki evde, bütün bahçeyi ve uzaklardaki tepeleri gören kocaman camın önündeki koltukta oturup goblen işliyormuşum, başımı rengarenk ipliklerden kaldıramayarak gaz lambalarını yakmaya üşenip hadi bir sıra daha işleyeyim diye diye 60 a 80 boyutlarında bir manzara işleyip bitiriyormuşum mesela. Camdan baktığımda gördüğüm manzarayı işlemek güzel olurdu.
Bazen Jane Austen'ın romanlarındaki bir karakter olmak istiyorum. sözünü ettiğim o bahçede, etekleri yerleri süpüren elbisemi sürükleyerek uzun yürüyüşler yapmak, uzun geçen kış ayları boyunca camın önünde oturarak goblen işlemek istiyorum.
Hep bu çoklu kişilik bozukluğum nedeni ile goblen işlemeye başladım galiba. İlginçtir ki işlemeye başlayınca kendimi Elizabeth Bennet sanıyorum. Goblen işlerken nasıl hayaller kuruyorum bazen kendim bile şaşırıyorum. İçinde bulunduğum ortam biraz farklı oluyor gerçi; Ankarada Batıkent Dostluk Parkı manzaralı evimde şu müzikleri dinleyerek işliyorum goblenlerimi.
Yeni malzemeler aldığımda hemen eve gitmek, renklere göre gruplara ayırmak ve bir an önce başlamak istiyorum. Yine sonbahar geldi, yine malzemelerim hazır, yine camın önüne kuruldum. Elimdeki goblen bittiğinde ilk bahar gelmiş olacak.
Bazen Jane Austen'ın romanlarındaki bir karakter olmak istiyorum. sözünü ettiğim o bahçede, etekleri yerleri süpüren elbisemi sürükleyerek uzun yürüyüşler yapmak, uzun geçen kış ayları boyunca camın önünde oturarak goblen işlemek istiyorum.
Hep bu çoklu kişilik bozukluğum nedeni ile goblen işlemeye başladım galiba. İlginçtir ki işlemeye başlayınca kendimi Elizabeth Bennet sanıyorum. Goblen işlerken nasıl hayaller kuruyorum bazen kendim bile şaşırıyorum. İçinde bulunduğum ortam biraz farklı oluyor gerçi; Ankarada Batıkent Dostluk Parkı manzaralı evimde şu müzikleri dinleyerek işliyorum goblenlerimi.
İşte bunlar hayaller kurarken işlediğim birkaç çalışmam.
Etiketler:
DIY,
DıyProjects,
el yapımı,
goblen,
goblenlerim,
handmade,
Life
23 Eylül 2014 Salı
14 Eylül 2014 Pazar
Kapıdağ Gezmeleri
Geçmiş zamandaki Eskişehir yazımda bahsettiğim gibi bilgisayarımda bir de Bandırma - Kapıdağ dosyalarım var.
Kapıdağ'a bu kadar çok gidiyor olmamın nedeni sevgili arkadaşım Burcu'nun Bandırmalı olması, sevgili kuzenim Emre'nin Balıkesir Bandırma İİBF'de okuması, sevgili Meral Teyzemin bir zamanlar orada yaşıyor olması.
Kapıdağ'a bu kadar çok gidiyor olmamın nedeni sevgili arkadaşım Burcu'nun Bandırmalı olması, sevgili kuzenim Emre'nin Balıkesir Bandırma İİBF'de okuması, sevgili Meral Teyzemin bir zamanlar orada yaşıyor olması.
3 Ağustos 2014 Pazar
Doğu'dan Uzakta
Amin Maalouf''un son kitabı; Doğu'dan Uzakta'da İsrail topraklarını ailesini de alarak terketmiş olan bir yahudi şöyle söylüyor;
"Filistin‘e “eretz yisrael” (İsrail Toprağı) deme ve en az
başkaları kadar, hatta belki biraz daha fazla orada yaşama hakkımız var. Ama
hiçbir şey, Arapları haydi yallah, defolun buradan, bu toprak ezelden beri
bizim, sizin burada işiniz yok, deme hakkını bize vermez. Metinleri nasıl
yorumlarsak yorumlayalım ve ne kadar çok ıstırap çekmiş olursak olalım, benim
için bu kabul edilemez.
Sustu , kahvesinden bir yudum aldı, sonra düz bir tonla
ekledi: ‘ Ama utangaç bir şekilde gelip,
davetsiz misafirliğimiz için özür dileyerek Araplara bize de biraz yer açma
nezaketini gösterip gösteremeyeceklerini
sorsaydık, hiçbir şey elde edemez ve oradan kovulurduk, bu da doğru.
Bu tarz soruların tatminkar cevapları yoktur. Kurt olmadan
kuzuluktan vazgeçilebilir mi? İsraillilerin izledikleri yol beni ikna etmiyor,
ama onlara önerecek bir seçeneğim de yok.
O zaman uzaklaşıyorum, susuyorum ve dua ediyorum."
"Geçenlerde , bir İsrail büyükelçisinin ellili ve altmışlı
yıllardaki kariyeriyle ilgili şu tanıklığı okudum: ‘Görevimiz hassastı, çünkü
hem Arapları İsrail’in yenilmezliğine hem de Batı’yı İsrail’in ölüm
tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna ikna etmemiz gerekiyordu."
"Batı, Yahudi kamplarının dehşetini, anti-semitizmin
dehşetini İkinci Dünya Savaşı’ından sonra keşfetti; halbuki o sırada Arapların
gözünde İsrailliler katiyen silahsız, aşağılanmış, bir deri bir kemik
bırakılmış siviller değil, gayet iyi
teçhizatlı, iyi örgütlenmiş ürkütücü derecede etkili bir istila ordusuydular.
Ve sonraki onlarca yıl boyunca bu algı farklılığı durmadan
arttı. Batı’da Nazizmin yaptığı katliamın canavarca niteliğini kabul etmek
çağdaş ahlaki bilincin belirleyici bir unsuru haline geldi ve ifadesini,
hırpalanmış Yahudi cemaatlerinin sığındıkları devlete verilen maddi ve
manevi destekte buldu. İsrail’in
Mısırlılara, Suriyelilere, Ürdünlülere, Lübnanlılara, Filistinlilere,
Iraklılara hatta bileşen tüm araplara karşı peş peşe zaferler kazandığı Arap
dünyasında ise, olayların aynı şekilde görülmesi haliyle imkansızdı."
20 Temmuz 2014 Pazar
je ne veux pas travailler
Kendim için birkaç araba yaptım.
Aşağıdaki küçük arabama atlayıp Pink Martini'nin je ne veux pas travailler şarkısını son ses dinleyerek Paris'e kadar sürmeyi planlıyorum.
♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥
l made a few cars to myself.
l want to get in my little red car and drive to Paris while l am listening je ne veux pas travailler
Etiketler:
DIY,
DıyProjects,
el yapımı,
handmade,
keçe,
kırmızı araba
12 Temmuz 2014 Cumartesi
Domates fidelerim ve hayal kırıklıklarım
Ananemlerde kaldığımız zaman, ananem erkenden kalkar, bahçeden topladığı yeşillikler ve domateslerin yanı sıra patates kızartması ile mükellef bir kahvaltı hazırlar sonra bizi uyandırırdı. Bütün ananeler böyle mi acaba? hiç yorulmaz, hiç oturmaz, hiç boş durmaz.
Biz kuzenlerle kahvaltıyı uzata uzata tadını çıkarırken O 15 dakikada bir bahçenin alt tarafındaki domates ve biber fidelerinin başına gider komşunun tavuklarını kovalar gelirdi. Bu eylemi hiç yorulmadan, komşunun tavukları akşam olup da kümeslerine gidene kadar günde en az 30 defa yapardı.
Ellerimle ikiye ayırdığımda domatesin üzerinde görünen beyaz kırağımsı tabaka ve tarif edilemez o koku bütün domateslerde var sanırdım. Sanırdım ki bütün biberler ısırıldığı zaman öyle ses çıkartır. Ve bu nedenle lokmaları tadına varmadan yutuverirdim. Annanemin çabaları ise iş yükü ve nasıl da gereksiz gelirdi. Canım benim bazen yokuşu kan ter içinde, elinde tavuklar tarafından yarısı yenilmiş bir domatesle çıkardı. Nasıl da üzgün olurdu. Ben onun bu kadar üzgün olmasını anlam veremezdim.
O zamanlar lisedeyim ben. Ergenlikten başım dönmüş, asi hareketler içerisindeyim. Hayatı sorguluyorum fakat bu hayatta o domates fidelerinin hiç yeri yoktu. Bitki yetiştirmek nasıl da meşakkatli, zaman alan, zor ve gereksiz bir işti. Bir lise öğrencisi için hayat o kadar hızlı akıyor ki bitki yetiştirmek sanki yavaşlatacaktı hayatımın hızını.
Bir kaç yıl önce terasımda tohumdan domates fidesi yetiştirmeye başlamamla değişti bitkiye bakışım. İşin büyüsüne kapıldım. Eee 30 lu yaşlarıma yaklaşıyordum, daha fazla boş zamanım olmaya, hayatımın ivmesi yavaşlamaya başladı.
Bu yıl tekrar giriştim bahçecilik işine, yine tohumdan domatesler biberler ektim. Tohumların filizlenmeye başlaması, nazlı nazlı topraktan başlarını çıkarmaları, güneşe doğru meyledip yan yan uzamaları hepsi benim içimde çok acayip çok heyecanlı duygulara neden oldu. 30 lu yaşların hormonlarının etkisiyle diye düşünüyorum o bitkicikler bebeklerim oldular. Biyolojik saatim annelik diyordu. İşin ucu kaçtı tabi bir süre sonra bahçenin büyük bir bölümünü babamın yardımları ile doldurduk. Roka, Tere, Maydanoz, Soğan, Domates, Biber, Salatalık ve Kabak ektik. Bahçede boş yer kalmadı diyebilirim.
Ve o gün geldi çattı, yeterince büyüdükleri için onları vahşi doğaya bırakmak zorundaydım. Hayatın zorlukları ile başa çıkmayı öğrenmeliydiler. Onları bahçeye ektim.
Hazır bahçenin fotoğraflarına bakan birileri varken bir kaç foto daha eklemenin sakıncası yok bence.
Biz kuzenlerle kahvaltıyı uzata uzata tadını çıkarırken O 15 dakikada bir bahçenin alt tarafındaki domates ve biber fidelerinin başına gider komşunun tavuklarını kovalar gelirdi. Bu eylemi hiç yorulmadan, komşunun tavukları akşam olup da kümeslerine gidene kadar günde en az 30 defa yapardı.
Ellerimle ikiye ayırdığımda domatesin üzerinde görünen beyaz kırağımsı tabaka ve tarif edilemez o koku bütün domateslerde var sanırdım. Sanırdım ki bütün biberler ısırıldığı zaman öyle ses çıkartır. Ve bu nedenle lokmaları tadına varmadan yutuverirdim. Annanemin çabaları ise iş yükü ve nasıl da gereksiz gelirdi. Canım benim bazen yokuşu kan ter içinde, elinde tavuklar tarafından yarısı yenilmiş bir domatesle çıkardı. Nasıl da üzgün olurdu. Ben onun bu kadar üzgün olmasını anlam veremezdim.
O zamanlar lisedeyim ben. Ergenlikten başım dönmüş, asi hareketler içerisindeyim. Hayatı sorguluyorum fakat bu hayatta o domates fidelerinin hiç yeri yoktu. Bitki yetiştirmek nasıl da meşakkatli, zaman alan, zor ve gereksiz bir işti. Bir lise öğrencisi için hayat o kadar hızlı akıyor ki bitki yetiştirmek sanki yavaşlatacaktı hayatımın hızını.
Bir kaç yıl önce terasımda tohumdan domates fidesi yetiştirmeye başlamamla değişti bitkiye bakışım. İşin büyüsüne kapıldım. Eee 30 lu yaşlarıma yaklaşıyordum, daha fazla boş zamanım olmaya, hayatımın ivmesi yavaşlamaya başladı.
Bu yıl tekrar giriştim bahçecilik işine, yine tohumdan domatesler biberler ektim. Tohumların filizlenmeye başlaması, nazlı nazlı topraktan başlarını çıkarmaları, güneşe doğru meyledip yan yan uzamaları hepsi benim içimde çok acayip çok heyecanlı duygulara neden oldu. 30 lu yaşların hormonlarının etkisiyle diye düşünüyorum o bitkicikler bebeklerim oldular. Biyolojik saatim annelik diyordu. İşin ucu kaçtı tabi bir süre sonra bahçenin büyük bir bölümünü babamın yardımları ile doldurduk. Roka, Tere, Maydanoz, Soğan, Domates, Biber, Salatalık ve Kabak ektik. Bahçede boş yer kalmadı diyebilirim.
Tüm bitkilerin arasında domates fidelerimin yeri ayrıydı. Minnacık domateslerime vitamin olması için onları, içini daha önceden boşalttığım yumurta kabuklarına ektim. Sözkonusu çimleme yöntemi ile ilgili olarak buraya bakabilirsiniz.Sıcak ortamda çimlenecekleri için salonun en çok güneş alan köşesine konumlandırdım. Hatta öyle ki izinli olduğum günler temiz hava almaları için bahçeye çıkarıyordum. Bir süre sonra gövdeleri kalınlaşmaya ve tüylenmeye başladı. Günbegün çektiğim fotoğraflarını arkadaşlarıma gösterirken, "bak ne kadar da şirinler değil mi?" derken buldum kendimi. Arkadaşlar domates fidelerimin güzelliğini göremiyorlardı. İlginçtir ki hiç heyecanlanmıyorlar da. Eee "Kargaya Yavrusu Kuzgun Görünürmüş" atasözü benimle hayata geçiyordu.
Ve o gün geldi çattı, yeterince büyüdükleri için onları vahşi doğaya bırakmak zorundaydım. Hayatın zorlukları ile başa çıkmayı öğrenmeliydiler. Onları bahçeye ektim.
Hazır bahçenin fotoğraflarına bakan birileri varken bir kaç foto daha eklemenin sakıncası yok bence.
100 küsur tane biber
.
Minicik minicik maydonozlarım
Henüz meyve vermeyi bırak çiçek bile açmamız salatalıklar.
Duvar kenarlarına ektiğim, büyüdüğünde duvarların beton görüntüsünü yemyeşil yapacak olan fasulyelerim.
Herşey ne kadar da huzurlu ve güzel görünüyordu. Hepsi yerli yerinde şirin bir bahçe.
Cani, terbiyesiz, durmadık yere işler çıkaran apartman yönetimi su borularını değiştirme kararı aldı. Bahçemizi hunharca, acımadan katlettiler. Bakınız aşağıdaki çirkin fotoğraf.
Hayata küsmedim. Saksıda çiçek yetiştiriyorum biraz mahsun, çokça hayal kırıklığına uğramış olarak.
6 Temmuz 2014 Pazar
Küçük, sevimli kutular / Little, cute boxes
İşte bu haftasonumun güzel geçmesini sağlayan uğraşlarım.
♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥♥
These are reason to have a enjoyable weekend.
l added them to my shop. You can have a look for order and details.
29 Haziran 2014 Pazar
Eskişehir - 2014 - Haziran
Bol resimli az yazılı olarak yeni bir posta eklemeye koyuldum yine "hadi hayırlısı" diyorum.
Bilgisayarımdaki resim dosyalarımı, fotoğrafları çektiğim yerlere göre grupluyorum yıllardır. Geçen hafta sonu yine Eskişehir'e gitmem vesilesi ile klasörlere bir yenisi daha eklendi. İsim bulmakta zorlanır oldum artık.
Eskişehir-2012-Şeker Bayramı
Eskişehir-2014
Eskişehir- Kuzen Düğün
Eskişehir- Bahar
gibi dosyalar ile doldu bilgisayarım.
Halbuki şöyle olsa dosyalarımın ismi çok güzel olmaz mıydı?
Beyrut-2013-yaz
Paris-2011-sonbahar
Amsterdam-2014-yaz
Tamam "az yazı" demiştim siz blogu terketmeden kısa kesiyorum. İşte kısa notları ile bu hafta çektiğim fotolar.
Eskişehir'e giderken yol boyu bize eşlik eden bulutlar.
Babanemin bana vereceği, gelecekteki duvar halım ve ben.
Yine güzel bulutlar, Yelkenli, Ördeklerin evleri ve tabii yine Eskişehir.
Not: Sakın şikayet ettiğimi düşünmeyin, Eskişehir'i ve oradaki yakınlarımı hergün görsem sıkılmam fakat KEŞKE BAŞKA YERLERE DE GİDEBİLSEM.
14 Haziran 2014 Cumartesi
Sabah 7 de 7. caddede ne yapıyordum ? / What am l doing at 7 a.m. on 7. street?
Geçtiğimiz birkaç ayın zorlukları beni içine kapanık bir insan yaptı. Sosyal bir kelebek olmayı bırakıp da ev işleri ile boğuşmaya ve dolayısıyla yalnız başıma daha çok vakit geçirmeye başladım. Bu, kendimi biraz dinlemem, dinlenmem için de bir bahane oldu. Kendine döndükçe insanın depresyona girmesi işten bile değil, düşündükçe ne zamandır düşünmediği şeyler olduğunu fark ediyor. Düşünülmesi çok da gerekli olmayan bir ton aptal düşünce beynime hücum ediyor.
Dedim ki “ Janan kişisi kalk, bu böyle olmayacak, sen ne zamandır koşmayı erteledin. Bi başla bakalım neler oluyor?” Tabi Kişisel Gelişim kitaplarındaki gibi değil hiçbir şey. “Bir hedefe karar vermek; çoğu vakit hedefin kendisidir.” “ En kötü karar, kararsızlıktan daha iyidir.” gibi sözler bana faso fiso geliyor.
Spora başlamaya karar verme aşaması çok kolay oldu. Peki başlamak? O biraz zorladı işte. sen gel spor yapma planlarını, nörotransmiterleri nöronların arasından buharlaşıp gitmiş, bütün sinapsları işgal altında, beyninin her hücresi negatif güçler tarafından işgal edilmiş Janan kişisine anlat.
Şu insanoğlu tembelliğe ne kadar kolay alışıyor. Sanki hiç sabah erken kalkıp spor yapmamışım, hayatımda ilk defa bu kadar erken kalkıyormuşum gibiydi. Uyku denen cin fikirlinin ısrarları ve beni caydırmaya çalışması da nafile. Kendime işkenceler yaparak rahat yatağımdan kalktım.
7. caddeyi uzun zamandır böyle bomboş görmemiştim.
7. caddeyi uzun zamandır böyle bomboş görmemiştim.
Çimlerin kokusu
Daha sonra hatırlamak ve yaşananlardan ders almak amaçlı detayları ile ivmeli bir şekilde yükselen haleti ruhiyemi not aldım. (Bu bilinçli davranışım neticesinde kendimi tebrik ediyorum.)
Uyandıktan sonraki ilk 5 dakika:
Gözler Kapalıyken;
Yarebbim, lütfen saat yanlış zamanda çalıyor olsun. Daha kalkmama 15 dakika var olsun. Ben o 15 dakika sonra kesin daha zinde uyanırım. (saat: 06.30)
Gözler açıkken;
Kalkayım da bari bugün yakınlardaki bir parka gideyim.
Yüzümü yıkayıp evden çıkmaya hazırlanırken;
Zaten hemen koşmaya başlamak olmaz. Bugün yakın parkta yarım saat aletlerle çalışayım yarın koşarım.
Evden çıktıktan (ağzıma yüzüme oksijen dolduktan)sonraki ilk 2 dakika;
Temiz hava iyi geldi. Parka yürüyerek gideyim orada koşarım.
Evden çıktıktan (ağzıma yüzüme oksijen dolduktan) 5 dakika sonra;
Parka hafif koşu ile gideyim orada hızlanırım.
Bir saatlik koşuyu tamamladıktan sonra;
Muhteşemim. Ben var ya süperim. Akşam iş çıkışında yine geleyim.
Bahçeli sokaklarında koşarken kendimi bir anda hayatın aslında ne kadar güzel olduğunu düşünürken buldum. Sabah henüz çok erkendi, günlerden cumartesi, dükkanlar kepenklerini henüz kaldırmamışlardı.
Bu minyatür orman hep burada mıyıdı ?
Güneş ışığı heryere ulaşmakta ne kadar da kararlıydı.
Ve birkaç saat sonra 7. caddede piyasa yapan arabaların altında ezileceğinden habersiz bir salyangoz. Denedim hayatını kurtarmayı ama o kadar yapışmıştı ki yere, almaya çalıştım ama hiç oralı olmadı kendisi. Ben de kaderine terkettim.
Spor yaptığımızda, kan basıncı ve kan akışı, beyin dâhil, vücudumuzun her yerinde artıyor. Daha fazla kan demek daha fazla enerji ve oksijen demek, bu da bizim beynimizin daha iyi performans göstermesini sağlıyor.
Neden koşunca kafan daha çok çalışıyor? Sorusuna antropolojik bir açıklama yaparsak; Atalarımız terleyinceye kadar spor yaptıkları zaman ya bir yırtıcıdan kaçıyorlar ya da yemeklerini kovalıyorlardı. Acil durumlarda beyne giden ekstra kan, Onların bir tehdit karşısında çabucak ve zekice reaksiyon göstermesini ya da avlarını öldürmelerini, karınlarını doyurmalarını sağlıyordu; bunun atalarımızın hayatta kalmasında kritik öneme sahip olduğu ortada.
Ölümcül bir tehlike ya da hayati öneme sahip bir ödül söz konusu olmamasına rağmen spor yaptığımda benim hissettiğim enerji, dünyayı kurtarabilirim, tüm savaşları sonlandırabilirim düşüncesi demek ki bu düşüncenin evrilmiş hali oluyor. Ne avlanıyorum, ne karnımı doyuruyorum ne de hayatımı kurtarıyorum spor yaparak. Bu kadar havalara girecek, gaza gelecek, kendini dünyayı kurtaracak kadar mutlu ve güçlü hissedecek ne var demeyin yani sebebi ortada; Bana miras kalmış bu hissiyat. Bilimsel detayları için buraya bakabilirsiniz
Sonuç olarak psikolojik bir çıkmazdaysanız, kafanızda zihinsel bir bulanıklık varsa yürüyüşe çıkın, bir süre sonra içinize oturan taşı yerinden oynatıp koşmaya başlarsanız zihninizdeki soruların cevaplarını bir bir bulabilirsiniz belki de.
8 tur attım. Kendimi tebrik ediyorum.
What am l doing at 7 a.m. on 7. street?
l am depressed during the past few months. l decided to deal with depression and start to running. Having an idea about solving the problem was quite easy but begining was so hard.
Anyway l summarized How l start to running?
5 minutes When l wake up
When my eyes wide shut;
My God please. The clock is ringing at wrong time. (6.30 a.m.)
When my eyes open;
Anyway l am going to stand up. l am going to run to nearest park.
While l am preparing to go out;
Today is so early for running. l can do exercise for only begining.
Today is so early for running. l can do exercise for only begining.
2 minutes when l go out (after taking a clean breath)
Fresh air is quite good. l am giong to walk to park and l am going to run in there.
5 minutes when l go out (after taking a clean breath)
l started to jogging.
l started to jogging.
When l ran for one hour.
l am a briliant person. l am a superwoman. l am going to come again arter work.
Why do we think better after we exercise?
When our ancestors worked up a sweat, they were probably fleeing a predator or chasing their next meal. During such emergencies, extra blood flow to the brain could have helped them react quickly and cleverly to an impending threat or kill prey that was critical to their survival.For that reason l fell myself so strong and happy after l run. You can have a look for details.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)