Big Bang'den hemen sonra, dünya oluşum aşamasındayken, sanat sinemasındaki yavaş ve detaylı anlatımlardan sıkıldığım dönemleri hatırlıyorum. O zamanlara şimdi bakıp inanmakta zorlanıyorum. Sanat sinemasının yavaşlığından keyif almaya başlamak zaman alıyor, tıpkı kekremsi bir şarabın veya isli peynirin tadına alışabilmek gibi.
Aslında söz konusu filmlerden keyif almak için farklı bir yol daha varmış; 30 lu yaşları geçmek ve daha yavaş yaşıyor olmak, yavaş yavaş, ağırdan alarak, daha çok düşünerek yaşamak.Filmin anlatımı ve hızı benim hayatımla paralel olması o filmi daha gerçek yapıyor.
Söz konusu filmlerde bir karakter olsam, beni anlatmak için; arkadaşlarımla eğlendiğim, ailemle uzun ve sohbeti bol yemekler yediğim, herhangi bir konserde zıpladığım zamanlar yeterli olmaz. Uzunca sürecek bir sahneyi tasvir ediyorum; gözlerim bilgisayar ekranına kitlenmiş, içeriğinde ne yazdığını bilmediğim (çok da ilgilenmediğim) bir excel tablosu üzerinde sürekli sayfa değiştiriyor, mouse elimde ekranı bir aşağı bir yukarı hareket ettiriyorum. Bir ilginç sahne daha; işe gidip gelirken serviste geçirdiğim upuzun yolculuklar.
İnsanın hayatını yavaşlatan böyle duraklar olunca Toz Ruhundaki Metin'in temizliğe gittiği evdeki avizenin kristallerini uzun uzun silmesi sadece yeni temizlik yapmış olmanın rahatlığını hissettiriyor bana.
Geçen hafta 20. Gezici Film festivalindeki birkaç filme gittim